Arkeolojinin Gözünden Bir Atiye İncelemesi
Arkeofili.com yazarlarından Erman Ertuğrul yazdı ;
Netflix’te yayınlanan Atiye dizisi ile tekrar gündeme gelen Göbeklitepe, önümüzdeki zamanlarda da gündemi meşgul etmeye devam edecek. Peki aslında son birkaç yıldır dünya çapında arkeoloji camiasının sık sık konuştuğu, şimdilerde ise Türkiye’de Atiye dizisi ile herkesin diline dolanan Göbeklitepe dizide ne kadar doğru aktarılıyor?
Bu yazıda Atiye dizisinin, Göbeklitepe ve arkeoloji ile ilişkisini inceledik. Elbette ki bunun fantastik bir dizi olduğunun ve kimseye arkeoloji öğretmediğinin farkındayız. Ancak senaryodaki bazı bölümler, negatif yönden yeni bir Indiana Jones etkisi yaratması bakımından sakıncalı olabilir.
1. bölüm
Göbeklitepe, ilk defa dizinin birinci bölümünde arkeolog Erhan’ın gazeteciler ile röportaj yapması sırasında karşımıza çıkıyor. Gazeteci şunu soruyor:
“O zaman Göbeklitepe’nin Gize piramitlerinden 7.000 yıl önce, Stonehenge’den de 6.000 yıl önce inşa edildiği doğru mu?”
Öncelikle bu klişenin artık bir kenara bırakılması iyi olurdu. Göbeklitepe’nin, ne İngiltere’de birkaç dikilitaş’tan oluşan Stonehenge ile, ne de Mısır’da firavunlar için yapılan piramitler ile uzaktan yakından hiçbir alakası yok. Tarihler uyuşmuyor, bağlamlar uyuşmuyor, coğrafyalar uyuşmuyor. Ancak yine de buranın önemi tek bir cümle ile anlatılmak isteniyorsa, bu devasa dikilitaşlardan oluşan yapının ve üzerindeki incelikli kabartmaların 12.000 yıl önce yapıldığının belirtilmesi bile daha doyurucu olur.
Daha sonrasında arkeolog Erhan şu cümleyi kuruyor:
“Bakın bir arkeolog, bütün bir ömrü boyunca uğraşıp, çalışıp tek bir keşif bile yapamadan ölebilir. Arkeolojinin amacı, GERÇEK arkeolojinin amacı aslında geleceği anlamaya çalışmaktır. Yani geçmişteki bulguların üzerine koyarak bugünü yorumlarız.”
Bu cümleler arkeoloji açısından başlı başlı sıkıntılı görülüyor. Arkeologlar defineci değildir ve bir arkeolog bütün ömrünü bir “KEŞİF” yapmaya adamaz. Bir arkeolojik kazıda (kazılan alanın dönemine göre) birçok çömlek, boncuk, kemik alet, taş alet her gün bulunabilen buluntulardan bazılarıdır. Bu buluntular, bağlamlarıyla birlikte en ince ayrıntısına kadar belgelenir ve daha sonraki çalışmalarda oradaki yerleşim hakkında bilgi edinilir. Dizide kastedilen gibi bir “keşif” söz konusu değildir. Kazılarda ortaya çıkan her maddi buluntu, o dönemin yaşantısını anlamak için kullanılır.
“Geçmişteki bulguların üzerine koyarak bugünü yorumlarız.” cümlesi ise pek anlaşılır durmuyor. Arkeolojik bulgulardan yola çıkarak bugünü yorumlamak da mümkün tabii ama genelde bulgular sayesinde bugünün düşünce sistemiyle geçmiş yorumlanmaya çalışılır.
İlerleyen aşamalarda öğrencilerden biri, “Bir şey buldular!” narasıyla arkeolog Erhan’ı çağırıyor. Bulunan şey ise bir sembol. Her nedense arkeolog Erhan bu sembole çok şaşırıyor ve şöyle diyor: “Daha önce kimsenin böyle bir şey bulduğunu sanmam. Buna sadece değişik demek büyük bir haksızlık olur.”
Sonra panikle gazetecileri dışarı gönderiyor. Öncelikle dikilitaşlar üzerinde sayısız sembol, kabartma ve figürlerin bulunduğu Göbeklitepe’de bu sembole neden bu kadar şaşırıldığı bizde bir merak konusu. Zira hemen bu sembolün yanında gerçekte de bulunmuş olan bir dikilitaşın kopyası var. Bu dikilitaşın üzerinde bile o sembolden çok daha zengin kabartmalar var.
İkinci olarak gazetecilerin pat diye kazı alanına girip o şekilde buluntuları görüntülemesi gerçekçi değil. Diziyi eleştirmek için değil ama ek bir not olarak Göbeklitepe kazılarının mağaralarda yürütülmediğini belirtelim.
Ve ilk bölümün son bombası olarak Göbeklitepe’de bulunan küçük kız portresi! Bu çizimin Göbeklitepe’nin yapıldığı tarihle ya da bağlamla ne kadar alakasız olduğunu anlatmaya gerek yok sanırız. O yıllarından çizimlerinden biraz daha etkilenebilirdi diyelim ve bu konuya hiç girmeyelim.
2. bölüm
Bu bölümde arkeolog Erhan’ın keşifle beraber büyük bir sükse yaptığını anlıyoruz.
“Hocam ünlü olmuşsunuz, televizyonlar filan! Biz artık buralara gelmezsiniz diyoduk.”
Normalde arkeoloji bölümü koridorlarında bir hocaya bu şekilde laubali davranmak pek olası değil. Fakat arkeolog Erhan’ın doçentlik ve aynı zamanda Göbeklitepe kazılarını bu genç yaşta alması belki bununla bağlantılıdır tabii. Ek bilgi olarak, Türkiye’de bir arkeolojik kazıyı yürütebilmek için en az Doçent ünvanına sahip olmak gerekiyor.
Amfideki sahnede Göbeklitepe’yi anlatan hoca “Göbeklitepe, hepimizin çok iyi bildiği gibi, yeryüzündeki en eski tapınağın bulunduğu yerdir.” diyor. Ancak bu durum artık çok daha karmaşık. Öncelikle şu anda Göbeklitepe’de çalışan arkeologlar buraya tapınak denmesinin çok sakıncalı olabileceğini söylüyor. Zira avcı toplayıcı toplulukların yaşadığı bu dönemde herhangi bir tapınaktan bahsetmek doğru olmayabilir. “Yeryüzündeki en eski” kavramı da tartışmalı. Son yıllarda Urfa çevresinde, Göbeklitepe ile çağdaş birçok benzer anıtsal yapı bulundu. Şu ana kadar bunlar içinde en iyi bildiğimiz Göbeklitepe, fakat önümüzdeki yıllarda bu değişebilir.
3. bölüm
Bu bölümde arkeolog Erhan, Göbeklitepe’nin yıldızlarla bir bağlantısı olup olmadığını sorguluyor. Daha önceki yıllarda da bazı araştırmacılar bu bağlantıyı sorgulamıştı. Çeşitli haber sitelerinde, Göbeklitepe’nin astronomik gözlemlerde kullanıldığı, Göbeklitepe’de yeryüzüne düşen meteorun ve bununla bağlantılı olarak gerçekleşen kitlesel yok oluşun tasvir edildiğine dair haberler çıkmıştı. Ancak kazı ekibinden yapılan açıklamada bunun olası olmadığı belirtilmişti. Arkeolog Erhan “Belki de babam Göbeklitepe’nin sırrını çözmüştü.” diyor. Göbeklitepe’nin sırrı, gizemi, uzaylıları vs konuları Göbeklitepe’yi daha önemli yapmıyor. Aksine burayı sıradanlaştırıyor. Arkeolojiyi, bulduğu küçük küçük bilgileri derleyerek daha geniş bir resim oluşturma çabası olarak tanımlarsak, bu çabada sırların, gizemlerin yeri yok. Tek bir bulgudan yola çıkarak “sır çözmek” diye bir şey söz konusu değil.
4. bölüm
Bu bölümde Zühre’nin yönlendirmesi ile kahramanlarımız Nemrut’a gitmeye karar veriyor: “Tanrıçalar uzun zamandır bizi bekliyor, istikametimiz Nemrut!”
Bu noktada arkeolog Erhan, Atiye’ye Nemrut dağı hakkında bilgiler veriyor. Bu bilgilerin birçoğu arkeolojik açıdan da doğru. MÖ 1. yüzyılda günümüz Adıyaman sınırları içinde Kral 1. Antiochus Kommagene Krallığı’nın lideriydi. MÖ 34 yılında öldüğünde Nemrut Dağı’nın Fırat Nehri’ne bakan rüzgarlı tepesinde taş yığınlarının içine gömüldü. Kendi tapınağını inşa edip, kendini yaptırdığı tanrı heykellerinin arasına gömdürttü. Dağın tepesinde Antiochus için yapılan ve tümülüs olarak da bilinen piramit mezar 50 metre yüksekliğinde. Bu yükselti çakıl taşları yığılarak oluşturulmuş. Dağın tepesindeki anıt mezar, 1881’de arazi mühendisleri keşfedinceye kadar bilinmiyordu. Kralın mezarının tam noktası henüz hala bilinmiyor. Fakat araştırmacılar bugünkü gelişkin teknolojiye rağmen tümülüse zarar vermekten çekiniyor.
Arkeolog Erhan, orada Indiana Jonesvari bir kavgaya da giriyor. Ortalıklarda yumruklanacak bir nazi olmadığında, bir başka düşman bulunmuş arkeolog kahramanımıza.
5. bölüm
Bu bölümde Atiye, yıldız dövmeli kızın yönlendirmesiyle Nemrut dağının altındaki bir tünelde kapana kısılıyor. Bunun üzerine zengin aile babası, Nemrut Dağı’ndaki sit alanının patlayıcılarla patlatılması emrini veriyor. Gerçekte böyle bir şeyin mümkün olmayacağını, arkeolojik bir sit alanının patlatılamayacağını söylemek isterdik fakat, malumunuz burası Türkiye. Daha önce benzer işler gördük, görmekteyiz…
Bu sırada Atiye, Nemrut Dağı tünellerinin içinde bazı lahitlere rastlar. Bu lahitlerden biri büyük olasılıkla Kral Antiochus’a ait olmalı. O sırada Atiye içsel yolculuğunu tamamlıyor ve tümülüsün tepesine doğru doğaüstü bir şekilde yükseliyor.
6. bölüm
Sırlar yavaş yavaş çözülürken, arkeolog Erhan babasının eski notlarını buluyor. Bu notlarda kendisinin takip edildiği ve Göbeklitepe’de bulduklarını açıklaması için tehdit edildiği yazıyor. Gerçek hayatta böyle sırlar olmadığını tekrar söylememize gerek yok heralde.
Senaryonun bu kısmında Zühre’nin, yılanlar kraliçesi şahmeran olduğu, öldükten sonra da bu güçlerini Atiye’ye aktardığı bilgisi veriliyor.
Erhan’ın, babasının eşyaları arasında bulduğu şeylerden biri de kaset. Kasette Süryanice şu ses kayıtlı: “53, 16, 83, 6, 30, 19. Gizemler, bu sayılarda saklı. Ve de onların doğru anlamlarında.” Bu sayılar daha sonra Kuran’da geçen sureler ile bağdaştırılıyor. (Serbest çağrışım: LOST)
7. ve 8. bölüm
Bu bölümlerde arkeoloji ile ilgili bir şey olmadığı için hiç konuya girmiyoruz.
Sonuç
Yaklaşık bir yıl öncesinden itibaren “Göbeklitepe dizisi” diye duyurulan ve herkesin bu yönde hayaller kurarak beklediği dizi, maalesef ilk 2-3 bölümden sonra bambaşka bir şeye dönüşüyor ve Göbeklitepe çok arka planda kalıyor. Şimdilik Göbeklitepe’yi belki biraz daha ayrıntılı bir şekilde insanlara anlatmak için büyük bir fırsat gözardı edilmiş gibi gözüküyor. Bizler de ümitlerimizi bir sonraki sezona bırakıyoruz.
Kaynak: arkeofili.com / Erman Ertuğrul