PARANORMAL AİLE SIRLARI

PARANORMAL AİLE SIRLARI

Farah Yurdözü

Anneannem Belkıs hanımın babası 1868 doğumlu Refik Kırış bey ya da eğitim çevrelerinde tanındığı adıyla Muallim Refik Kırış, İstanbul Üniversitesi hocalarındandı. Aynı zamanda Konya Hukuk Mektebinin kurulmasını sağladı ve bu okulda müdürlük yaptı. Hem Osmanlı hem de Cumhuriyet döneminde aktif bir eğitimci, yazar ve araştırmacı olarak çalıştı. Fransızca, Osmanlıca, Farsça, Matematik konularında uzman bir bilim insanıydı.

Anneannem Belkıs hanım
Muallim Refik Kırış

Meslek hayatı onu Osmanlı Devletinin uzak köşelerine gitmeye de zorluyordu. Irak henüz Osmanlı yönetimi altındaydı.  Bu dönemde Muallim Refik Kırış görevle Bağdat’a gönderildi. Karısını ve beş çocuğunu yanında götürmesine imkan yoktu. Ailesini İstanbul Beşiktaş’taki evlerinde bıraktı, tek başına yola çıktı.

19.yüzyılın yaşam koşulları bugünle kıyaslanamaz elbet. Ama o zaman da insanların geçim sıkıntıları, gelecekle ilgili kaygıları vardı. Her ne kadar bir bilim insanı ve öğretim üyesi olsa da büyük dedem Refik Kırış da hayatında benzer sorunlarla yüzleşiyordu.

 

İstanbul’da bıraktığı karısı, iki erkek, üç kız çocuğu vardı. Hem Bağdat’ta kiraladığı evin masraflarını ödemek, hem de ailesine para göndermek zorundaydı. Genç bir öğretmen, genç bir aile babasıydı ve fazlaca sorumluluk yüklenmişti. Bağdat’taki hayatı okul ve evi arasında gidip gelmekle geçiyordu. Bir sabah işe gitmek üzere evinden çıktı, yolun karşı tarafında bekleyen, yerel giysiler içindeki yaşlı bir Arap adam dikkatini çekti. Hiç tanımadığı bu yaşlı adam kendisine yaklaştı, selamladı ve konuşmaya başladı.

Ben seni tanıyorum Refik bey,” dedi. “İyi bir adamsın. Zekisin de. Ama para sıkıntısı çekiyorsun.”

Büyük dedem şaşırdı, ona tamamen yabancı olan bu adam adını nereden biliyordu?

Yaşlı Arap devam etti; “Paraya ihtiyacın var. Ben de sana yardım etmek istiyorum. Al şu tespihi ve bu gece sana vereceğim duaları oku. Talihin açılır rahata erersin”.

Muallim Refik Kırış ciddi bir eğitimciydi. Dünyasında gizemlere, rastlantılara, mucizelere yer yoktu. “Ben inanmam böyle şeylere, istemem” dedi ve yürümeye başladı.

Yaşlı Arap ısrarcıydı. Büyük dedemi durdurdu. Tespihi ve okuması gereken duaları zorla eline verdi, ve anlatmaya devam etti:

Bu gece önce namaz kıl. Sonra duaları oku ve bekle. Ziyaretçiler gelecek. Onları sana yardım etmeleri için ben gönderiyorum. Ama sabırlı ol. Ne görürsen gör sakın korkma.” Ve Muallim Refik beyin cevap vermesini beklemeden hızla yanından uzaklaştı.

Ne garip yer” diye düşündü büyük dedem, “Ne garip insanlar var.” Tespihi ve duaları cebine koydu, çalıştığı okula gitti. Dersler, öğrenciler, sınavlar derken sabahki Arap aklından silindi gitti.

Saatler sonra tek başına yaşadığı evine döndüğünde, ceketini çıkartırken tespihi ve duaları hatırladı.

“Haydi canım” dedi kendi kendine. “Adam belli ki delinin biriydi… yok böyle şeyler.” Ama bilimde deney yapmadan inkar etmek de olmazdı. Belki deneyip görmeliydi.

Bir yandan da; “Aslında hiçbir şey olmayacak ve ben haklı çıkacağım”, diye düşünüyordu.

Namaz kıldı, yabancı adamın verdiği tespihle duaları okudu. Yorgundu, odasına gitti, kapıyı kapattı ve uyumak üzere yatağına uzandı.

Kabul etmek istemese de Bağdat gizemli bir şehirdi. Efsaneler, inançlar, eskilerin anlattığı garip öyküler vardı. Sabahki Arap da öyle biri miydi acaba… diye düşünürken birden oda kapısı açıldı. Muallim Refik bey olduğu yerde sıçradı! Kapıdan içeriye iki karaltı girdi. Oysa evde başka kimse yaşamıyordu!

Hiç konuşmadan yatağa doğru yaklaştılar. Ziyaretçiler, çağrıyı almış ve davet edene gelmişlerdi.

O zamanların kelime dağarcığında UFO, uzaylı, enerji varlık, paranormal fenomen diye kavramlar yoktu. Dünya dışında zeki bir yaşam düşünülemezdi bile, uzay gemileri, Ay’a gitmek bunlar ya çılgınların aklından çıkardı ya da masalcıların kaleminden.1800’lü yıllarda yaşayan insanlar maneviyata dair iki şeyi bilirdi… güzel görünümlü melekler ve korkunç görünüşlü şeytanlar, ya da zebaniler. O gece Muallim Refik beyi odasında ziyaret edenler de zebanilerdi. Büyük dedem bu ziyareti beklemiyordu. Ama dua enerjisi boyut kapılarını açmış, yani şifre kilidi çözmüş ve iki varlık karşısında gelmişti. Uzun boylu iri yapılıydılar. Erkeğe benziyorlardı. Sarı gözleri yılan gözü gibiydi, göz bebekleri dikineydi. Üzerlerinde giysi yoktu. Vücutları kimi yerde tüylerle kimi yerde kabuklarla kaplıydı. Başlarında boynuzları vardı. Size tanıdık geldi mi?

Ziyaretçilerden biri yatağın başucu kısmına geçti, diğeri ayak ucunda kaldı. Kendi aralarında sessiz, sadece el işaretleriyle  iletişim kuruyorlardı. Büyük dedem gördüklerinden o kadar çok korkmuştu ki kontrolsüz bir şekilde titremeye başladı. Odadaki enerji ağırlaşıyor, üzerine baskı yapıyordu. Bu varlıkların melek olmadığı belliydi. Ya cindiler ya da ifrit. Onlardan gelecek maddi yardımı kabul etmek çok daha kötü sonuçlara yol açabilirdi.

Muallim Refik bey kendini zorlayarak varlıkların kontrolünden çıkmaya çalıştı. Gelenleri geri göndermek için az önce okuduğu duaları şimdi tersinden okuyordu. Varlıklar durakladı, sanki hayal kırıklığına uğramışlardı. Ellerini indirdiler ve tuhaf bir şekilde geriye doğru yürüyerek odadan çıkmaya başladılar. Büyük dedem onları kızdırdığını anladı. Tam kapıdan çıkmak üzereydiler ki, yüzüne baktılar. Refik beyin kafasının içinde bir ses yankılandı: “Senden sonraki üç kuşak daha…!” Bu hem bir uyarı hem de kehanetti. Aniden ortadan kayboldular. Bilim kurgunun, filmlerin hatta radyonun bile olmadığı zamanda böyle bir deneyimi anlamaya çalışmak, çözmek kim bilir ne kadar zordu. Refik bey o gece sabah kadar uyuyamadı. Erkenden giyindi ve sokağa çıktı. Sinematografik olsa da yaşlı Arap evin karşısında yine onu bekliyordu. Öfkeyle büyük dedemin yanına geldi, “Ver o tespihi bana” dedi. “Seni koca aptal! Ben de seni cesur bir adam zannetmiştim. Eğer dayansaydın o gelenler seni ihya edecekti! Servet içinde yaşayacaktın!”. Tespihi aldı ve uzaklaştı.

AİLEDEKİ MEDYUM ÇOCUKLAR

Büyük dedem Muallim Refik bey hiçbir zaman servet içinde yaşamadı. Ama bu olaydan sonra ailesinde, ailemizde pek çok şey değişti. Bağdat’ta görevi bitip İstanbul’daki evine döndüğünde yaşadıklarını karısına anlattı. “Zebani” dediler… başka ne olabilirdi ki? Oysa bizim son yıllarda farkında olduğumuz Reptilian – Sürüngenimsi – Reptil denen varlıklara ne kadar çok benziyorlardı. Hem de bu “fazlaca yakın” karşılaşma Reptilian ve Anunnaki ırklarının çıkış yeri, ana vatanı olan Irak’ta yaşanmıştı. Daha da ötesi tarif ettiği varlıklar Irak’ta MÖ.6500-3800 yılları arasında hakim olan Ubaid kültürden kalan heykeller ve tasvirlerle birebir aynıydı, insan vücutlu, yılan gözlü sürüngenimsi varlıklar.

Bir süre sonra ailenin en küçük oğlu Fuad o zamanlar 4 yaşlarında olmalıydı, evde dolaşan bedensiz varlıkları görmeye başladı. Fuad dayımız yıllar sonra ünlü bir hukukçu ve yazar oldu, ama aynı zamanda Yeni Ruhçuluk, yani Neo Spritüalizim konusunda çalışmaları vardı, iyi bir medyum ve iyi bir medyum operatörüydü.

Büyük dayımız Hukukçu ve yazar Fuad Arun.
Büyük teyzemiz Behice hanım

En büyük ablaları Behice de aniden gelişen medyumsal yetenekler göstermeye başladı. Yetişkin bir kadın olduğunda Kadiköy’deki evinde celse ve ruhlarla iletişim seansları düzenlerdi. Anneannem Belkıs iyi bir duru görü medyumuydu. Hayatı boyunca tekinsiz evlerdeki enerji varlıkları gördü. Olağanüstü deneyimler yaşadı. Yani Bağdat’taki ziyaretçilerin kehaneti ya da laneti diyelim birinci kuşağı etkiliyordu. İkinci kuşakta annem ve teyzem vardı. Kehanetten onlar da paylarına düşeni aldılar. Ergenlik yıllarından itibaren öte alem dediğimiz ruhsal dünya ile sürekli irtibattaydılar. UFOlar tarafından kaçırılmalar, ruhsal fenomenler… paranormal deneyimler… Ve ben bu aileye doğduğumda evdeki “paranormal” olaylar artık normal kabul ediliyordu.

Ve ben bu aileye doğduğumda evdeki  “paranormal” olaylar artık normal kabul ediliyordu Üçüncü kuşaktan olan ben de Muallim Refik beyin hocalık yaptığı İstanbul Üniversite’sinden mezun oldum. Ama onun gerçeğinden çok daha farklı bir dünyada yaşıyordum. Ve kendimi bildiğimden beri etrafımdaki fizik dünyanın ötesinde çok daha farklı ve güçlü bir ruhsal dünya olduğunun da farkındaydım 3-4 yaşlarımdan itibaren ruhsal deneyimler, farkındalıklar başladı. Zaten kendimi başka bir ailede düşünemezdim. Kendi spiritüel, doğaüstü deneyimlerimi yaşamaya başladığımda nereye ait olduğumu anladım.

İlgi alanımıza giren Reptilian – Sürüngenimsi ırk bir hayal ürünü ya da bilim kurgu kahramanı değildir. Ancak onlarla karşılaşmak, yüz yüze gelmek asla tavsiye etmeyeceğim gibi çok üstün koşullar altında gerçekleşir. Büyük dedemin karşısına çıkan yaşlı Arap ona iletişim kapılarını açacak şifreyi vermiş. Özellikle Anadolu ve Mezopotamya bölgesinde insanlarla sıklıkla ziyaret eden bu varlıklar, bazen iletişim anahtarlarını da verirler. Anahtarlar mühür, vefk, davet duaları şeklindedir. Bizim olayımızda neden Refik beyi seçtiklerini bilmiyoruz? Belki ailedeki DNA yapısı ve genlerle ilgili bir özellik vardı. Belki asıl bağlantı 1800’lü yıllardan önce de başlamış ama kimse ne olduğunu anlayamamıştı.

Öte alem varlıkları sizi seçtiği zaman bir işaret bırakırlar. İşaret bazen fiziksel bir mikroçip, bir mühür ya da kınadır. Bir de ruhsal mühürlenme vardır ki işte o 19.yüzyıldan beri bizim ailemizin kaderini değiştirmiş olandır. FARAH YURDÖZÜ Temmuz 2019