GÖBEKLİTEPE SADECE ERKEKLER İÇİN MİYDİ?

GÖBEKLİTEPE SADECE ERKEKLER İÇİN MİYDİ?

Farah Yurdözü

Gizemler ve çelişkilerle dolu Göbeklitepe, bize başka bir dünyadan aktarılan bilginin mirası olabilir mi? Arkeolojik ve tarihsel değeri ölçülemeyecek kadar eşsiz, ama sıradan bir turist eğlencesi olamayacak kadar da kutsal. Yine de iddia edildiği gibi insanlık tarihinin bildiği ilk tapınak değil. Bilimsel ve arkeolojik değerlendirmeler Göbeklitepe için MÖ.10.950 tarihini veriyor. Bu dönemde henüz inanç kavramı gelişmemiş. Dinsel birlik yok. O nedenle Göbeklitepe tapınaktır deyip geçmek bence yetersiz bir ifade. Bölgenin karakteristik simgesi olan T sütunlar ve dairesel taş duvarlar MÖ.11.000-8000 yılları arasında yaklaşık üç katman halinde ve toplam 20 mimari oluşum inşa edilmiş.

Tarihçiler diyor ki;  “Çanak çömleksiz Neolitik çağ, insanlar avcılık ve toplayıcılık yaparak yaşıyordu. Henüz tarım yoktu”. Güzel, o halde hayranlık duyduğum ve defalarca ziyaret ettiğim Şanlıurfa müzesinden bir canlandırmaya takılıyor aklım. Göbeklitepe’yi inşa eden saçı sakalına karışmış iki taş devri adamı T biçimli sütunları halatlara bağlamış çekmeye çalışıyorlar. Henüz tarım olmayan devirde halatı nereden buldular acaba? Evet müzede tonlarca ağırlıktaki T biçimli taşların insan gücüyle ve halatlara bağlanarak çekildiğini gösteren bir canlandırma var. Kara mizah diyelim.

Defalarca araştırma gezisine gittiğim Göbeklitepe ziyaret alanında diğer guruplara ve turist rehberlerine de kulak misafiri oldum. Boynunda resmi turizm bakanlığı  kokartı asılı genç bir rehber bilgi veriyor: “Bu taşların üstüne de tilki kabartmaları yapmışlar… ama nedenini bilmiyoruz.” Beni asıl şaşırtan onun bilmemesi değil de gurubundaki ziyaretçilerin , “Neden bilmiyorsunuz, hiç mi merak etmediniz?” diye sormamasıydı. Bir diğer nokta Göbeklitepenin yaşam alanı olarak kullanılmaması. Yani orası kimsenin evi değildi. Kazılarda hayvan kemiklerinin ve bira benzeri bir sıvının, ya da kanın bulunması törensel amaçları gösteriyor.Biz dünyalıların verdiği isimle Göbeklitepe olarak bilinen mekan bu gezegende ortaya çıkartılan en eski Neolitik mimari örneği. Hangi amaçla yapıldığı hakkında bazı fikirlere sahibiz ama Göbeklitepe meraklısına cevaplar sunmak yerine binlerce soruyu karşımıza seriyor.

GÖBEKLİTEPE ÇELİŞKİLERİ

Göbeklitepe’den önce kazı çalışmaları yapılan Nevali Çori, ve halen çalışmaların devam ettiği Karahan Tepe de benzer özelliklere sahip. Nevali Çori bulguları arasında totemler ve tekrarlanan yılan sembolizmi bu insanların derin bir ezoterik bilgiye sahip olduklarını gösteriyor. Sadece ezoterizme, sembollere ve sırlara dayalı bilgi değil, ileri bir mimari, mühendislik, astronomi bilgisine de sahiptiler. D yapısında yer alan 33 numaralı sütun MÖ.10.950’de yaşanan yaz gündönümü tarihliyor.

Kuğu Takım Yıldızı, Sirius ve Orion’un hareketlerini bilen, izleyen astronomlar var karşımızda. Sürekli tekrarlanan ve taşlar üzerinde  farklı konumlarda gösterilen Tilki kabartmaları dikkati  çekiyor. Buradaki Tilki sembolü bütün kültürlerde Köpek Takım Yıldızı / Canis Major olarak bilinen Sirius’un hareketleriyle bağlantılı. Sirius yıldızı Türk Kültüründe de ruhsal Güneş olarak kabul edilir ve köpek, kurt, tilki gibi hayvanlarla simgelenir.

Göbeklitepe oluşumunda A-B-C-D yapılarında şimdiye kadar ortaya çıkartılan sütunlar, üzerlerindeki semboller ve hayvan kabartmaları ile bir seyir defteri, bir tarih güncesi, yaşananların kayıt altında alındığı birer bilgi bankası görünümünde.  Heykel demişken, Göbeklitepe’yi yapanlar aynı zamanda çok yetenekli sanatçılar ve heykel ustalarıydı. Üç boyutlu kabartma hayvan heykellerini inanılmaz bir gözlem ve doğrulukla ifade ederken  T sütunları hayvan heykelleri ile beraber  tek parça taştan yapmışlar. Bölgedeki kazılarda bulunan insan heykellerinin 12 bin yıl öncesine ait olduğuna inanmak da zor. Çok sade çizgiler kullanılarak insan yüzündeki endişeli, düşünceli, dingin, içe kapanık, sessiz ifadeler taşa aktarılmış.Kısacası Göbeklitepe sakinleri astronomi, matematik bilgisine sahip mimarlar, mühendisler ve vizyon sahibi sanatçılardı. Belki çanak çömlek yapmayı henüz keşfetmemişlerdi ama bugüne kadar zarar görmeden dayanan sıvı geçirmez zemin inşası bile ellerinden geliyordu !

NEDEN HEP ERKEKLER?

Göbeklitepe heykelciliği totemler ve sembollerin yanında bize bu insanların sosyal yaşamı hakkında da fikir veriyor. Öncelikle şimdiye kadar çıkartılan heykel, kabartma ve figürlerin hepsi erkeklere ait. Anadolu’da Ana Tanrıça kültü çok sonra etkili olsa da, Nevali Çori-Göbeklitepe halkları bu çizgiden uzakta. Şanlıurfa Müzesinde sergilenen Doğum Yapan Kadın (veya Tanrıça)  figüründen başka hiç bir dişi elemente ve kadına ait esere rastlamıyoruz. Ayrıca Nevali Çori-Göbeklitepe heykel ve kabartma sanatı şaşırtıcı ölçüde gerçekçi ve başarılıyken, Doğum Yapan Kadın taş tasviri diğerlerinin yanında sönük kalıyor. Sanki aynı elden, aynı zamandan, aynı bölgeden çıkmamış gibi. Sanki dışarıdan bir yerden gelmiş ve bir daha tekrarı yapılmamış.

Şanlıurfa merkezde ortaya çıkartılan Urfa Adamı heykeli Göbeklitepe sanatında erkek egemenliğinin başrolünde. İnsan boyunda yapılan ilk heykel olarak bilinen eser MÖ.9000-7000 arasında tarihlenmiş.  Kireç taşından, yaklaşık 1.70 boyunda, saçsız, sakalsız bir erkeği tasvir eden Urfa Adamı heykelinin modeli acaba kimdi? Göğüs kısmında üzerinde bir giysi olduğuna işaret eden çift V çizgili  kabartma var. Elleri karnının hemen altında birleşmiş ve üreme organını tutuyor.

Müzede sergilenen diğer bütün erkek heykelciklerinin ve büstlerin ortak yönü hepsinin saçsız-sakalsız tasvir edilmesi. Yani Neolitik dönemin saçı sakalı birbirine karışmış, taşları halata bağlayıp  çeken yabani görünüşlü mağara adamlarına hiç benzemiyorlar. Sanki ait oldukları sosyal ortamın ya da birliğin kuralı gereği saçları kazınmış ve yüzlerinde sakal bıyık yok.

Akla iki olasılık geliyor, ya farklı bir DNA yapısına sahiptiler ve vücutlarında bildiğimiz anlamda saç, sakal, kıl çıkmıyordu. Ya da bilinçli olarak bir kural gereği saçlarını, sakallarını kazıyorlardı. DNA demişken, merak ettiğim bir konu da Göbeklitepe’de 2017’de bulunan insan kafatasları üzerinde bilimsel bir DNA analizi yapılıp yapılmadığı. Sonuç pek çok soruya cevap getirebilir.

KAYIP KITA MU BAĞLANTILI BİR GİZEM OKULUYDU?

Göbeklitepe insanları kimdi bilmiyoruz ama çok disiplinli çalıştıkları, kusursuz bir planlama ve analiz yeteneğine sahip olduklarına eminiz. MÖ.10.950 ile MÖ.8000 arasında neler oldu, neler değişti? Tabii ki kuşaklar geldi geçti. Bu insanların kökeni neydi? Ve MS.8000’de Göbeklitepe’yi dışarıdan gelecek her türlü tehlikeye karşı korumak amacıyla gömerek kapattılar. Bölgeyi ve oluşumu neden terk ettiler, nereye gittiler? Göbeklitepenin bugün dünyaca tanınmış sembolü olan T biçimli sütunları aslında çok eskiye dayanan ezoterik bir bilginin işareti. Pek çok kıtada ve kültürde, kutsal ve kozmik mekanlarda T işaretine rastlıyoruz. Öncelikle Türk kültürünün kökeni olduğunu düşündüğümüz kayıp Kıta MU ve MU uygarlığında T sembolü yaşamın devamını, gizlenen bir şeyin yeniden açığa çıkacağını, yeniden doğuş fikrini  ifade ediyor. Gerçekten de 12 bin yıl sonra Göbeklitepenin keşfi ve yeniden ortaya çıkışı bu kehanetin doğrulandığını gösteriyor.

Pasifik Okyanusunda yer alan ve 14 bin yıl önce bir felaketle sulara gömülen MU kıtasına ait kültür sonraki dönemlerde  pek çok inanç ve felsefeye yön verdi. T hem MU uygarlığında, hem de MU’nun batışından sonra hayatta kalanların yerleştikleri Avustralya, Asya, Güney ve Orta Amerika gibi kültürlerde de kendini gösteriyor. Zaten Avustralya Aborijen yerlilerinin Göbeklitepe sembol ve işaretlerini taşıması aradaki bağı güçlendiriyor.

Dünyadaki bütün kozmik kökenli felsefelerin başlangıcı olarak MU uygarlığı ve bağlı bulundukları Sirius sistemi düşünülürse, Göbeklitepe’de Sirius/Tilki/Sirius döngüsü bağı da anlam kazanıyor.Atalarının Sirius’tan geldiğine inanan ve Sirius hakkında çok ileri kozmik bilgiye sahip olan  Afrikalı Dogon kabilesi ile Göbeklitepe sembolleri arasında da büyük bir paralellik var. Anadolu, Avustralya ve Afrika’da var olan bu kültürlerin ortak yönlerini ana kaynak Sirius ve dünyaki yansıması MU Uygarlığıyla net şekilde  görmek mümkün.

DOGON KUTSAL TİLKİ FİGÜRÜ VE GÖBEKLİTEPE TİLKİ SEMBOLİZMİ

Yeniden Göbeklitepe mimarlarına döndüğümüzde matematik, astronomi, ve mühendislik bilgisine sahip olan bu insanlar neden geride yazılı hiçbir bilgi bırakmadılar? En önemlisi de  hangi dili konuşuyorlardı? Mesajlarını yazılı değil de görsel sembollerle vermeleri bilinçli bir tercihti. Göbeklitepe oluşumunu toprak altında gömerek saklamaları da.

Bu insanlar kendilerine ait olanı sonraki kuşaklarla paylaşmak istemediler. Kendi aralarında dışa kapalı bir gurup, bir kült gibi sırları kimseye vermediler. Urfa Adamı heykelinde gözler, burun, kulaklar ve genel anatomi çok belirgindir, ama ağız kasıtlı olarak hiç oyulmamıştır. Urfa Adamının ağzı yoktur çünkü sırlar açıkça kimseye söylenmemelidir.Yaşamlarını astronomi bilgisi dahilinde kozmik gök cisimlerini izleyerek planlayan bu insanlar, aniden ortaya çıktıkları gibi hiç iz bırakmadan kayboldular.

HARRAN’LI SABİİLER GELİYOR

Tıpkı Göbeklitepe’nin gizemli mimarları gibi sır saklamayı çok iyi bilen bir başka halk da Harran’lı Sabilerdi.  Harran, Şanlıurfa’nın 44 km. güneydoğusunda. MÖ.2binli yıllarda ismi “Harrana”, “Harana” olarak geçer. Tarihte Edessa adıyla da anılan kent Hz.İbrahim’in yaşadığı yer olarak bilinir. Babil döneminden beri astronomi, astroloji ve maji üstadları burada yaşadı. Harran Mezopotamya’da Asur ve Babil geleneğinden devam eden Ay, Güneş ve gezegenlerin kutsal sayıldığı, kozmik inanç biçimlerinin ve paganlığın merkezi oldu. Bölgede Ay tanrısı Sin tapımı hakimdi.

Harran’lı Sabiiler Kaldelilerden gelen Maji  ilmi ve Antik Yunan Felsefesi üzerine bir öğreti geliştirdiler. Harran’da Hermetik öğreti yaşamın temeliydi. Bu öğretide esas olan bilginin semboller, şifreler ve sırlarla sadece kendi aralarında paylaşılmasıydı. Sırlar ne kadar iyi saklansa da geçen zamanla ve dönemsel icatlarla bilgi  çağının temelleri atılmaya başlamıştı.  Bölgede geçerli olan öğretinin yazılı kaynaklarından biri Arapça adıyla GHAYAT AL HAKİM (BİLGELERİN GAYESİ) isimli eser kozmolojiye dayanan bir büyü kitabıydı. Kitap Picatrix adıyla 11.yüzyılda Grekçe, Latince ve İspanyolca’ya çevrildi. Böylece Göbeklitepe’den Harran’a aktarılan gizem öğretisi Avrupa’ya ulaştı.

Daha sonra 1460 yılında İtalyan Medici ailesi yine Harran’lı Sabiiler’e ait olan bir başka  kitabın Bizans’ta ve  İtalya’da yayınlanmasını sağladı. «Corpus Hermeticum» isimli bu eser daha sonra  Gül Haç  cemiyetine kadar pek çok felsefi inanç biçiminin temeli oldu.

Gül Haç ve aynı çizgideki cemiyetler antik dönem Gizem Okulları geleneğini sürdürür. Bu cemiyetlerin sıkı kurallarından biri sır saklanması, diğeri de bilginin sadece erkek üyelere açık olmasıdır. Günümüzde hala varlığını sürdüren bu kardeşlik cemiyetleri sırlarını hem kadınlarla paylaşmazlar hem de dış dünyaya açmazlar. Göbeklitepe’de sadece erkek ve eril güce yer verilmesi bu felsefeyi doğruluyor. Ve bugün Şanlıurfa müzesinde sergilenen dünyada insan boyunda yapılan ilk heykel Urfa Adamının giysilerini hatırlayalım; yakasındaki çift çizgili V işareti. Bugün hala Gül Haç cemiyetinde kullanılan rütbe işaretine kadar çok benziyor. Ve Göbeklitepe sırları Sirius’tan MU’ya, MU’dan Anadoluya ve dünyaya sembollerle ulaşıyor. FARAH YURDÖZÜ Temmuz 2019