HİTİTLER VE UZAYDAN GELEN İKİ IRK

Geçmişte Dünya Dışı ziyaretçilerin özellikle Orta Doğu’da tanrı kimliğine bürünerek insan hayatını dinsel, toplumsal ve siyasal açıdan yönlendirdikleri tarihsel bir gerçek. Mezopotamya kökenli Sümer medeniyetinde bu izleri açıkça görüyoruz. Acaba Anadolu’da, ülkemiz Türkiye’de de binlerce yıl önce benzeri bir durum yaşanmış mıydı? Sanırım bu soruya cevap vermeden önce tarihsel geçmişimizde son derece etkili olan Hitit Krallığına bir göz atmakta yarar var. Hititler MÖ.2000 – MÖ.1200 tarihleri arasında bugünkü Türkiye’nin çok geniş bir bölümüne yayılmışlardı. Yaşadıkları döneme göre son derece ileri bir uygarlık seviyesindeydiler. Kökenleri tam olarak bilinmiyor ama MÖ.2000’lerde Kafkasya’dan Anadolu’ya göç eden bir halkın bu krallığı oluşturduğu inancı hakim

.

Anadoluda ilk organize devlet Hititler tarafından kuruldu. Onlar sadece askeri ve politik yönden güçlü bir ulus olmakla kalmadılar. Hititler belki de Türkiye topraklarında Dünya Dışından gelen ziyaretçilerle temas kuran ilk halklardı. Ve bu ziyaretçiler nedense hemen tanrı kimliğine büründüler.

Hitit mitolojisi incelendiğinde karşımıza çok tanrılı bir dinsel inanç biçimi çıkıyor. Gökten gelen ve yeraltından çıkan tanrıların sayısı yaklaşık 85 kadar. İnsanlar üzerinde her anlamda mutlak kontrol kuran bu tanrılar Hitit Krallığını istedikleri biçimde yönlendirmeyi de başarıyorlar. Tuhaf olanı ise göklerden gelen ve her türlü üstün güce sahip olan tanrıların normal bir insanın yapabildiği her şeyi rahatça yapıyor olması. Hitit tanrıları tıpkı hükmettikleri insanlar gibi yiyor, içiyor, dünyalı kadınlarla evleniyor ve onlardan çocuk sahibi oluyorlardı. Yani biyolojik yapıları biz insanlarla hemen hemen aynıydı. Ancak onları insanlardan ayıran üstün güçleri hem spiritüel hem de bilimsel yönden bizden kat kat ileride olmalarıydı. İşte bu sayede Anadolunun çok eski  halklarına kendilerini “tanrılar” olarak kabul ettirmeyi başardılar. Şimdi Hitit tanrılarının ne gibi özelliklere sahip olduklarını inceleyelim;

En önemli Hitit tanrısı Teşup, Gök ya da Fırtına tanrısı olarak biliniyordu. Rüzgarı, yağmuru, denizi kısacası hava ile ilgili her türlü değişimi, yani atmosfer olaylarını kontrol edebilme yeteneğine sahipti. Teşup duvar kabartmalarında normal bir insan şeklinde gösterilir. Genelde belden kemerli üniforma benzeri bir giysisi ve o zamanın şartlarına göre epey modern sayılabilecek dize kadar uzanan çizmeleri vardır. Kimi zaman bir elinde çekiç, diğer elinde alevler saçan bir başka nesne tutar. Gökyüzünden gelen bu tanrı modern Ufolojik deyimle Nordik ya da insanımsı olarak tanımlanabilir.

Diğer çok önemli Hitit tanrısı ise Ejderha ya da Sürüngen İlluyanka’dır. Kabartmalarda ve ilgili efsanelerde İlluyanka devasa bir yılan şeklinde simgelenir. Gökyüzüyle ilgili olsa da yeraltına ait bir tanrıdır. Ve yine bugünün Ufolojik anlatımıyla onun yeraltı mağaralar sisteminde yaşayan Sürüngenimsi bir uzaylı olduğunu düşünmek hiç de zor değil. Gök Tanrısı Teşup ile Yeraltı Tanrısı Ejderha İlluyanka arasında yaşanan mücadele araştırmamıza ışık tutacak çok ilginç bir öykü içeriyor. Malatya Aslantepe’de bulunan bir duvar kabartması Teşup ile İlluyanka arasındaki savaşı gösterir. Kabartmada Gök Tanrısı Teşup önde, arkasında oğlu var. İki kahraman düşman İlluyanka ile mücadele ediyorlar.

Hitit Gök Tanrısı Teshup Yeraltı Tanrısı Sürüngen İlluyanka ile Savaşıyor.

Hitit Göktanrısı Teşup ve Yeraltı Tanrısı İlluyanka

Efsaneye göre savaşın ilk bölümünde Teşup bir tanrı olmasına ve üstün güçler taşımasına rağmen yenilir. Ejderha tanrı İlluyanka onun gözlerini ve kalbini alır. Ancak Teşup hayatta kalır ve intikam almaya yemin eder. Tanrıdır ama yine de bir kahinden gelecek önerilere ihtiyaç duyar. Yardım için başvurduğu kahin ise Teşup’a dünyalı, ölümlü bir kadınla evlenmesini ve ondan bir çocuk sahibi olmasını önerir. Savaşı ancak bu evlat sayesinda kazanabilecektir. Teşup kahinin dediğini yapar, dünyalı bir kadınla evlenir ve bir oğulları doğar. Yalnız çocuk delikanlılık çağına gelene kadar beklemesi gerekecektir. Yıllar geçer, çocuk büyür ve tanrıların savaşı yeniden başlar. Teşup yanında oğlu, İlluyanka ile mücadeleye hazırdır. Beklenmedik bir şey olur. Teşup’un oğlu İlluyanka’nın kızıyla evlenir ve babasına ihanet eder, ejderha tanrının tarafına geçer. Teşup hem kendi oğlunu hem de İlluyanka’yı öldürür, gözlerini ve kalbini geri alır. Zafer kazanılmştır. Binlerce yıl önce yaşanan ve çok sonraları bir efsane haline gelen bu ilginç öykü Türk kültürünün ve folklorünün önemli bir parçası. Elbette ki efsanenin tarihsel olaylara birebir bağlı kalmasını bekleyemeyiz. Simgesel anlatım ve bilinmeyenin esrarı öyküye karışarak doğaüstü bir şekil almasını sağlamış.  İki tanrı arasında yıllarca süren ve Gök Tanrısının kendi evladını öldürmesiyle biten savaş acaba gerçek anlamda, fiziksel bir çarpışma mıydı? Ya da belki,  bu efsaneyi anlamak için daha farklı bir yorumu denemek yerinde olacaktır.

Düşünün ki Teşup ve İlluyanka aslında tanrı değillerdi. Acaba biri gökten yani uzaydan diğeri de yeraltından ya da  farklı bir boyuttan dünya gezegenine gelmiş iki değişik türün temsilcileri olabilirler miydi? Teşup insana benzer özellikleriyle Nordik, İlluyanka da sürüngen ya da Reptilian tanımına uyabilir. Aralarındaki savaş belki gerçek fiziksel bir mücadele değildi. Dünyada genetik bir deney, bir klonlama ya da benzeri bir DNA çalışması yapmak üzere bulunan iki bilim adamı, iki genetik uzmanı olabilirler miydi acaba? Evet aralarında mücadele vardı ama bilimsel anlamda, savaş meydanında değil. Bilimsel mücadelenin ilk aşamasında Teşup yenildi. Gözlerini ve kalbini İlluyanka’ya vermek zorunda kaldı. Söz konusu gözler ve kalbin gerçek biyolojik organlar olmadığı belli. Kalp ve gözler insan bedeninin en önemli organlarından. Bedenin işleyişi ve dünya ile bağı onlar sayesinde oluyor. Teşup’un vermek zorunda kaldıkları teknolojik bir cihazın çalışmasını ve dünya ile iletişimi sağlayan çok önemli bazı parçalar olabilir miydi?

Efsaneyi yorumlamaya devam edelim;

Sonraki bölümde Teşup tanrı olmasına rağmen bir kahine gitme ihtiyacını duyuyor. Kahin tıpkı işini bilen bir genetik uzmanı gibi ona dünyalı, ölümlü bir kadından çocuk sahibi olmasını öneriyor. Ancak bu şekilde başarılı olabileceğini de ekliyor. Teşup kahinin dediğini yaparak dünyalı bir kadından çocuk sahibi oluyor. Bugünün Ufolojik terimleriyle uzaylı bir varlıkla dünyalı bir kadından hibrid / melez bir çocuk doğuyor. Belki de Hitit tanrılarının Anadolu topraklarında bulunma nedeni zaten bu. Uzaylı ve insan özelliklerini barındıran melez bir ırkın doğmasını sağlamak. Savaşın ya da projenin kazanılması için doğan bebeğin büyüyüp ergenlik çağına gelmesi lazım. Bu da bizi ilginç bir Ufolojik bilgiye götürüyor. Son yıllarda kaçırılma deneyimlerini anlatan pek çok kişi götürüldükleri yerde Gri uzaylıların yanında onlara yardım eden ve ergenlik çağında melezleri yani hibridleri gördüklerini da anlatıyorlar. Teşup’un oğlunun da evlenme çağına gelmesi gerekiyor. Yani genetik deneyin ikici kuşakta da devam etmesi bekleniyor. Ama Teşup’un melez oğlu kendi ırkından değil, ejderha / Sürüngen ırkından İlluyanka’nın kızına aşık oluyor ve onunla evleniyor. Dünyalı anne ve Nordik babadan doğan melez ırk Sürüngen ırkla karışıyor. Sonunda Teşup kendi oğlunu öldürüyor. Ya da Nordik bilim adamları ortaya çıkan melez ırkı bir şekilde beğenmeyip hepsini birden ortadan mı kaldırıyorlar? Dahası bu sayede Teşup İlluyanka’yı da öldürmeyi başarıyor ve yıllar önce kaybettiği gözlerini ve kalbini geri alıyor.

Eğer Teşup Nordik ırkı simgeliyorsa, aynı ırktan gelen çok sayıda ziyaretçinin dünyalı kadınlarla evlenerek çok sayıda melez evlat sahibi olduklarını düşünmek de mümkün. Kahinin Teşup’a verdiği bilgide doğacak çocuğun evlilik yaşına gelmesi gerektiği de söyleniyor. Doğan melez ırkın bir sonraki kuşakta üreme yeteneğinin olup olmayacağını anlamak için belirli bir süre beklenmesi şart. Göründüğü kadarıyla deney başarılı. Çünkü Teşup’un oğlu, daha geniş anlamda melez ırk Sürüngen ırktan gelen kadınlarla birleşiyor. Bu beklenmedik durum Nordik ırkın onaylamadığı bir gelişme. Melezlerin Sürüngenimsi ırktan uzak durması isteniyor. Gök tanrısının kendi oğlunu öldürmesi de melez ırkın yok edilmesi olarak yorumlanabilir.

 

İlginç bir nokta daha var, Hitit ırkının orijinal ismi Nesili, Nesi dilini konuşanlar anlamına geliyor. Hitit adı tarihçiler ve arkeologlar tarafından Kutsal Kitap metinlerine dayanılarak çok sonra verilmiş. Nesili, yine Kutsal Kitaptan bildiğimiz Nefilim sözcüğüyle oldukça benzeşiyor. Gökyüzünden inen tanrı oğullarıyla dünyadaki insan kızlarının evlenmesinden doğan Nefilim dev bir ırk olarak tanımlanır. Tıpkı Hititlerde gök tanrısı Teşupun dünyalı bir kadınla evlenerek melez bir evlat sahibi olması gibi.

Dünyanın pek çok değişik coğrafi bölgesinde gördüğümüz Gökyüzünden gelen tanrıların dünyalı kadınlarla evlenmesi motifi Hitit mitolojisinin de bir parçası. Bu birleşmeden doğan melez ırkın Sürüngenimsilerle birleşmesi ise olayı çok daha değişik bir boyuta götürüyor.

FARAH YURDÖZÜ.