KAPADOKYA KAYMAKLI YERALTI KENTİ HAKKINDA

Kapadokya sadece Türkiye’nin değil bu gezegenin de en çok sırrı ve en çok gerçeği barındıran mekanlarından biri. Yerüstünü bir yana bırakacak olursak bölgenin altını bir ağ gibi kuşatan yeraltı kentleri bizi hala şaşırtmaya devam ediyor.  Şu anda ziyarete açık iki yeraltı kenti Derinkuyu ve Kaymaklı var. Tur rehberleri ve arkeologlar yeraltı kentlerini erken Hristiyanların inşa etmiş olabileceğini söylüyorlar. Yeraltı kentlerinin tarihi 10 bin yıl geriye giderken erken Hristiyanlar yapmıştır/yapabilirdi demek bir çelişki.


TARİHTE NELER OLDU?
Anadolunun Roma İmparatorluğuna bağlı bir eyalet olduğu dönemlerde, erken Hristiyanlar, Pagan Roma inancına karşı geliyordu. Roma’nın vahşet ve kan dökmeye dayalı uygulamalarını kabul etmek istemediler. Bu da onları birer suçlu, ve yakalanıp yok edilmesi gereken av haline getirmişti.
Kapadokya bölgesine sığınan ilk Hristiyanlar ve Pagan Roma askerleri arasında sürekli bir kaçma-kovalamaca durumu söz konusuydu. Evet ilk Hristiyanlar yaşamak ve gizlice ibadet etmek için yeraltı kentlerini kullandılar, orada kendilerine bir yaşam alanı buldular. Ama tüm bu gerginlik, Roma vahşeti, katliamlar ve canlarını kurtarma mücadelesi içinde Kapadokya yeraltı kentlerini inşa etme şansları ve zamanları yoktu.


TARİHTE NELER OLAMAZDI?
Kaymaklı ve Derinkuyu yeraltı kentleri, doğanın ve mağaraların içinde kendiliğinden oluşmuş yaşam alanları değil. İnsan eliyle kazılmış, oyulmuş, şekillendirilmiş çok sayıda mekan, odalar, tapınak alanları, mutfaklar , ahırlar birbirine galeri ve basamaklarla bağlı. Geçitler ve merdivenler bilinçli olarak yapılmış.
Dahası Kaymaklı yeraltı kentinde dört adet hava bacası var. Bunlar kenarları taşlarla örülü ve çok düzgün bir kare şeklinde inşa edilmiş. Mühendislik bilgisi gerektirdiği belli. Dairesel ya da oval yani doğal bir hava açılımı değil; kare biçiminde, taşlarla örülmüş yaklaşık 40 metre uzunluğunda dört adet hava bacası. Yukarıdan gelen serin ve temiz havayı bir klima gibi yeraltı kentine veriyor. Ve yaklaştığınız zaman o temiz havayı yüzünüzde hissediyorsunuz.
Erken dönem Hristiyanları tabii ki mimar ya da mühendis değillerdi. Böyle bir matematiksel hesabı yapmalarına ne zamanları vardı ne de imkanları.

Havalandırma Bacası

Ayrıca mağaraların içini kazarken çıkan toprak ve taş yığınlarından nasıl kurtuldular? Tonlarca ağırlığındaki molozu nereye attılar? Bu soruyu sorduğumuzda bize verilen resmi cevap; “İplerle yukarı taşınıp havalandırma bacalarından yüzeye çıkartıldığı” oldu. Üzgünüm ama imkansız ve gerçek dışı bir açıklama, çünkü:
Hava bacaları yaklaşık 30 cmx30 cm genişliğinde, yani oldukça dar. O darlıkta bir açılımdan ağır moloz yığınlarının taşınması, yukarı çekilmesi hem çok uzun zaman alır, hem de etrafta dolaşan Roma askerlerinin hemen dikkatini çekerdi.

İkinci sorun hava bacalarını inşa etmek uzun zaman alacağından, yeraltı mağaralarına gelen “ilk Hristiyanlar” çalışmak, ve duvarları kazıp odaları şekillendirmek için mekanı nasıl aydınlattılar? Havanın yetersiz olduğu mekanda yağ kandilleri ne kadar süreyle dayanabilirdi?

ÖYLEYSE NE?
İşaretler bu insanların yeraltı kentlerini keşfettiklerini, hazır bulduklarını ve orada güven içinde saklandıklarını gösteriyor. Örneğin dairesel taş kapılar, sadece içeriden açılıp kapanıyordu ve dışarıdan gelen bir tehlikenin içeri girmesine imkan yoktu.
Roma tehlikesine karşı uzun süreli saklanma, barınma, yemek pişirme ve hayvanlarını saklama imkanı bulmuşlardı. Giderek ilk kiliseler de aynı bölgede kuruldu. Hristiyanlık serbest bırakıldığında bile erken dönem keşişler bölgede yaşadılar ve kalabalıktan uzakta ibadet etmeyi sürdürdüler. Bugün ziyarete açık olan mağaralar içinde kurulmuş olan erken dönem Hristiyan Kiliseleri nasıl yaşadıklarını ve inancın nasıl geliştiğini gösteriyor.

HİTİTLER BAĞLANTISI
MÖ 1650-MÖ 1200 yılları arasında bölgede yaşayan Hititler dönemin çok güçlü bir krallığıydı. Hititler ve gizemleri hakkında ayrıntılı yazdım o nedenle aynı bilgileri tekrar etmek istemiyorum, ancak bu insanların da bilgi ve becerileri, sahip oldukları aletler bu kadar ayrıntılı ve uzmanlık isteyen bir yeraltı kentler kompleksini inşa etmeye yetmezdi.
Eğer Derinkuyu ve Kaymaklı yeraltı kentlerini Hititler inşa etseydi mutlaka bir yere, bir kaya duvarına, girişe tanrılarının ya da krallarının adını yazar, bir simge, bir işaret bırakırlardı. Tüm sosyal ve inançsal yaşamları 85 adet tanrı tarafından yönlendirilen Hititler krallığın her olayını, en basit kişisel ticari anlaşmaları bile yazılı olarak taş levhalara kaydetmişlerdi. Oysa yeraltı kentlerinde Hititlere ait bir tek işaret, bir tek simge ve harf bile yok, neden?

https://farahyurdozu.net/2019/11/04/hititlerde-buyu-ve-buyuculuk/

DIŞ AKIL TEORİLERİ
İlk Hristiyanlar ve Hititler değilse kim? Onlardan daha önce bölgede yaşayan, bu karmaşık kentleri kurmaya yetecek bilgisi ve teknik donanımı olan başka bir güç. Uzaylı mıdır, dünya dışı mıdır, ya da dünyanın içinden, derinlerinden mi gelmişlerdir orası belli değil. Çünkü; kimliklerini saklamak istediler. Geride hiçbir iz bırakmadılar, ne bir yazıt, ne bir simge, ne de bir duvar resmi yok.
Bu insanlar, ya da bu bilgiye sahip olan topluluk yüzeyde yaşamayı istemedi. Yeraltında olmalarını gerektirecek bir durum vardı. Ya bir tehlikeden, düşmandan saklanıyorlardı, ya da doğa koşullarından. Bölge yazın aşırı sıcak ve güneş çok yakıcı. Kışın da soğuk, kar ve buz gerçeği var. İklimsel koşullara uyum sağlayamayan bir ırk söz konusu olabilir miydi?

Tarih 10 bin sene öncesini gösterse de bu yeraltı kentlerine ilk kazma hangi tarihte vuruldu, bilmiyoruz? Göbeklitepe’yi inşa edenlerden daha farklı olduklarını düşünmek mümkün. Göbeklitepe mimarları esas olarak açık havada bir sistem kurmayı tercih etmişler ve geride görsel eserler, işaretler simgeler bırakmışlardı. Ama Kapadokya yeraltı kentlerinde mekanın ilk sahiplerinin tek istediği saklanmak ve geride iz, ipucu bırakmamaktı.
Uzun süre yüzeye çıkmadan yaşayabildikleri açıkça belli. Yani güneş ışığına fazla ihtiyaç duymuyorlar hatta belki de güneş ışığından kaçıyorlardı. Bir süre belki birkaç yüz yıl burada yaşadılar ve sonra da bölgeyi terk ettiler. Tabii bir de Reptilian/Sürüngenimsi ırk teorileri var. Boyutlar arası, astral alem varlığı olan Reptilian ırkın Kapadokya yeraltı kentlerini kurup yaşadıkları söyleniyor. Ve dünyadaki tüm yeraltı kentlerinin bağlantılı olduğu, hepsinin Agharta’ya ulaştığı iddia ediliyor.

Mitoloji ve edebiyat yeraltında bir dünya, bir zeki yaşam olduğunu pek çok yerde belirtmiş. Doğa ötesi, ya da bu dünyadan olmayan bir insan ırkının gelip bu mağaralar sisteminde yaşadığı, zaman zaman yüzeye çıkıp insanlarla iletişim kurduğu ve sonra yeniden gizlendikleri inancı var. Bu insanlar kimse ne yaptıklarını iyi biliyorlardı ve Kapadokya yeraltı kentleri bir rastlantı değil, bilinçli bir aklın elinden çıkmış mimari başyapıtlardı.

FARAH YURDÖZÜ