YILAN KARDEŞLİĞİ – AGARTHA VE ŞAMBALLA BAĞLANTISI

Yılan Kardeşliği ya da diğer adıyla Sürüngen Tarikatı tarihte ilk kez Sümer uygarlığında ortaya çıktı.

Bu kardeşlik Mezopotamya metinlerinden çok iyi tanıdığımız Enki tarafından kuruldu. Yılan kardeşliğinin ilk amacı spiritüel bilgiyi yaymak ve bilimsel anlamda kullanılır hale getirmekti. Eğer Anu, Enki ve Enlil yani Annunaki ırkından gelenler iddia edildiği gibi gerçekten sürüngenimsi özellikler taşıyorlarsa kendilerini ve bilgilerini ifade edecek bir Sürüngen Tarikatı kurmaları ve simge olarak da yılan figürünü benimsemeleri şaşırtıcı sayılmaz. Kardeşlik en kısa şekilde spiritüel ve bilimsel konuların öğrenciye aktarıldığı bir gizem okulu şeklinde tanımlanabilir. Mezopotamya metinlerine göre hem Enki hem de babası Anu yılanla simgelenen spiritüel bilgiye sahip varlıklardı. Enki işçi olarak kullanılan melez insan türüne haksızlık yapılmasını ve kötü davranılmasını istemiyordu.
Genetik bilimi sayesinde ortaya çıkan ilk melez tür Sürüngenimsi özelliklere sahip ancak çok güçlü yapıda bir insandı. Buna rağmen üreme yeteneğinden yoksundu. Tıpkı at ve eşek birleşmesinden doğan katırın üreyememesi gibi. Enki bu durumu değiştirdi ve daha ileri bilimsel çalışmalar yaparak melez ırkın üreme yeteneğini kazanmasını sağladı. Ancak Enki dünya üzerinde sayıları giderek çoğalan ve yarı yarıya uzaysal genler taşıyan yeni ırkın ruhsal olarak da aydınlanmasını istiyordu. Onlara varlığın gerçekte fiziksel beden içinde barınan bir ruhtan ibaret olduğunu anlatacaktı. Fizik beden geçici ruh ise ölümsüzdü. Üstelik fizik beden öldükten sonra ruh yeni bedenlerde tekrar doğacaktı. Diğer Dünya Dışı varlıklar Enki’nin kararına karşı çıktı. İnsanların aydınlanmasını istemiyorlardı. Enki yine de istediğini yaptı ve insanları gizlice eğitmek için Yılan Kardeşliğini kurdu. Kardeşlik cemiyetini kurarken amacı melez türü ruhsal açıdan ileriye götürüp aydınlatmak ve bilinçlenmesini sağlamaktı. Kardeşliğe kabul edilen öğrenciler spiritüel bir eğitimden geçiyorlar ve kademe kademe ilerliyorlardı. Bilgi herkese açıktı. Yazık ki sonuç beklendiği gibi olmadı. Gizli cemiyet ona karşı çıkanlar tarafından keşfedildi. Enki cezalandırıldı, yaşadığı sürece Dünya gezegeninde kalmaya mahkum edildi, yani bir daha asla buradan ayrılamayacaktı. Öldükten sonra yeni enkarnasyonlarında kısa süreli insan yaşamları sürecek ve bu döngü sonsuza kadar devam edecekti. Eğer anlatılanlar doğruysa Enki yüzbinlerce yıldır tekrar tekrar insan bedeninde doğup yeniden enkarne oluyor diyebiliriz.

Yılan Kardeşliği Enki’ye cephe aldı. İnsanlar ruhsal yönden özgürleşmeyi başaramadılar.
Daha sonraki zamanlarda ise Enkinin “Karanlıklar Prensi” ya da kısaca “Şeytan” sıfatını aldığını görüyoruz. Şeytan ve yılan arasındaki paralellik buradan geliyor olsa gerek. Aynı benzerlik Adem ve Havva’nın Yılan tarafından kandırılması ve Bilgelik Ağacının meyvesi anlatımında da sembolik olarak görülüyor.
Yılan Kardeşliği henüz yeni kurulduğunda ruhsal bilgiyi her türlü ayinsel törenden ve inanç biçimlerinden uzak tutarak sadece bilimsel anlamda öğretmeyi amaçlamıştı. Ruhsallığın bilimsel açıdan kullanılması akla paranormal güçleri getiriyor. Acaba Enki ve babası Anu telepati, ipnozla etki altına alma gibi konularda gelişmiş bir yeteneğe mi sahiptiler? Hatırlatmakta yarar var, İkinci Dünya Savaşının ardından bazı batı ülkelerinde, ABD’de ve Rusya’da ruhsallık ve insanın sahip olduğu doğaötesi güçler parapsikoloji laboratuarlarında incelenmeye başlandı. İnsan ruhunun kapasitesi, duru görü, telepati benzeri konular bugün hala bir laboratuar araştırması durumunda ve çok da başarılı sonuçlar elde ediliyor. Acaba 450.000 yıl önce kurulan Yılan Kardeşliği de aynı şeyleri mi amaçlamıştı?

Zamanla Yılan Kardeşliği amaçlarından saparak el değiştirdi. Aklı iyice karışmış olan insanlara Enkinin uzak durulması gereken zararlı biri olduğu öğretildi. Öyle ya da böyle Yılan Kardeşliği değişen zamana ve dünya şartlarına rağmen bugüne kadar varolmayı sürdürdü. Kardeşliğin yeni hedefi ise ruhsal açıdan bağımlı insanlar yaratmaktı. Söylendiğine göre kardeşlik dünya üzerinde hala hakimiyetine devam ediyor ve toplumsal açıdan yaşanan pek çok sorun da bu güçlü, elit ve zengin guruptan kaynaklanıyor. Ve bazı araştırmacılara göre bugünkü Yılan Kardeşliği dünya çapında son derece etki olan güç sahibi kuruluşlar ağının çıkış noktası. Üstelik tüm bu kuruluşların UFO gerçeği ile de yakın ilgisi var.

Sadece Mezopotamya değil Eski Mısır metinleri de yılanın görevini tamamlayamadan karşıt güçler tarafından yenildiğini anlatır. Enki’ye karşıt olan ve insanları kullanmak isteyen gurup insan ruhunun aydınlanmasını istemedi. Bu yüzden ruhsal bilgi, yasak bilgiye dönüştü. Eski Mısır inançlarında ve sanatında yılan sembolünün ne kadar geniş bir yer kapladığını bilirsiniz. Örnekleri görmek için Mısır’a gitmenize gerek yok; herhangi bir sanat ya da arkeoloji kitabında, ya da internet sitelerinde Mısır tarihi eserlerine bakın, yılan figürü farklı şekillerde tekrarlanır ve sembolik anlamda kullanılır. Bu figür hiyeroglif sembollerinden biridir de. Mısır firavunlarının başında mutlaka bir yılan sembolü vardır, yani başlarını yılanla taçlandırırlar. Tıpkı Hitit tanrı ve tanrıçalarının başlarında da bir yılan sembolü taşımaları gibi. Üstelik kalıplaşmış iblis eşittir yılan sembolizminden farklı olarak Mısır’da yılan üstün niteliklere sahip, bilge ve saygı duyulan bir değere sahiptir. Şimdi eski Mısır’da yılanın neden bilgelik anlamına geldiğini kısaca görelim.
Tıpkı Mezopotamya uygarlıklarında olduğu gibi erken dönem Mısır halkları da insan görünümlü Dünya Dışı tanrılar tarafından yönetildiklerine inanıyorlardı. Üstelik bu tanrılar gökyüzünde uçan sandallarla seyyahat ediyorlardı. Aynı erken dönem Mısır tanrıları dünya insanları gibi etten kemikten yapılmış, yemek yeme ve korunma ihtiyacında olan varlıklardı. Bu nedenle Mısırlı hizmetkarlar tanrılarına evler inşaa ettiler ve bu hizmetkarlara daha sonra rahip sıfatı verildi. Firavunlar ve rahipler özünden sapmış Yılan Kardeşliğinin çok önemli bir parçasıydılar. Mısırda kardeşliğe “Gizem Okulu” deniyordu. Gizem Okulu için ilk tapınak da Firavun Keops tarafından yaptırıldı. Ancak Yılan Kardeşliği çoktan özünü kaybetmiş ve Gizem Okulları ruhsal bilgiyi çarpıtarak veren birer merkez haline dönüşmüştü. Zamanla Gizem Okulları dışarıya iyice kapandılar ve kendi içlerindeki rahiplerle bile bilgiyi paylaşmak istemediler. Öğreti sembollerle anlatılmaya başlandı. Semboller anlamını bilen kişiler tarafından dünyanın neresinde olursa olsun bir mesaj iletiyordu. Aynı zamanda sadece kardeşliğin seçilmiş elit üyeleri tarafından bilinen ve dışarıya kapalı bir şifre yaratmaya çalışmışlardı. Sembollerin anlamını çözmek dışarıdan bakan biri için kolay değildi.

Bu noktada spiritüel bilgi iyice saptırılmaya başladı ve karanlık bazı uygulamalara araç oldu. Yılan Kardeşliğinin gizli dili olan sembolizm ise bugün hala varlığını sürdürüyor. Bazı semboller günlük yaşantımızda o kadar yer etmiş, o kadar kabul görmüş ki onları fark etmiyoruz bile. Anlamları, kökenleri hakkında düşünmüyoruz. Sadece bize verileni hiç sorgulamadan, otomatik hareketlerle kabul ediyoruz. Tıpkı ipnoz altında yönlendirilen birer denek gibi. Semboller hala etkin olan bir öğretinin dolaylı yoldan bilinçaltında yer etmesini sağlıyor.
Thedore Illion’un eseri “KARANLIKTA KALAN TİBET” adlı kitap ülkenin hemen altında varolan gizli bir dünyayı anlatır. Yeraltı kenti parapsikolojik yenetekleri çok fazla gelişmiş ve dünyanın yüzeyindeki gizli örgütlerle yakın ilişkide olan bir lider tarafından yönetilir. Çeşitli zamanlarda aniden kaybolmuş ve bir daha bulunamamış çok sayıda insan burada zorla tutulmaktadır. Ancak bir tür zihin kontrolü uygulandığından tepkileri ve kişilikleri tamamen silinmiş, adeta birer robota dönmüşlerdir. Bakışları boş ve anlamsızdır. Yine yazarın anlattıklarına göre yeraltı kentinin yöneticisi gezegenin çok derinlerinden gelen sürüngenimsi bir ırk ile de temastadır. Bununla birlikte yeraltı dünyasında inanç ve yaşam tarzı ikiye bölünmüştür. Bir gurup karanlığa tapar ve hizmet ederken diğer gurup aydınlığa tapar ve hizmet eder.

Dünya dışı kaynaklı öğreti yüzyıllar içinde kuşaktan kuşağa geçerken gizliliğini koruyor ancak yeryüzüne az da olsa bilgi sızıyor. Çünkü kimi zaman bilginin kaynağı yeraltında. Örneğin Agharta ve Şambala yeraltı kentlerinde olduğu gibi.
Araştırmacıların görüşüne göre Agharta ve Şambala spiritüel yeraltı kentleri Tibet’in altında doğal mağaralara oyulmuş son derece karmaşık bir gizli geçitlerden oluşur. Her iki kentin de Dünya Dışı bir uygarlık tarafından kurulduğu görüşü hakim. Bir diğer görüş de bu spiritüel kentlerin Yılan Kardeşliği’nden doğduğu. Ancak zaman içinde Yılan Kardeşliği görüş ayrılıkları nedeniyle ikiye ayrılınca bu defa bir başka bölünme dünya insanlığını etkiliyor; Sarı Ejderha (Dragon) Kardeşliği ve Kızıl Ejderha (Dragon) Kardeşliği isimleri altında iki ayrı gurup ile daha karşılaşıyoruz. Bu iki uzaysal kaynaklı gurup Dünya insanlığını ruhsal yönden eğitip aydınlatmak amacında. Sarı Ejderha doğuda, Kızıl Ejderha ise batıda etkili oluyor. Etkileri bugüne kadar bozulmadan gelmiş, bazı Tibet rahiplerinin sarı başlık, bazılarının da kırmızı renkte başlık giymeleri bununla ilgili. Agharta Sarı Ejderha Kardeşliği, Şambala ise Kızıl Ejderha Kardeşliği ile bağlantılı. Agharta ruhsal anlamda gelişmeyi ve içsel aydınlanmayı; Şambala ise ruhsal bilginin dış dünya hayatında pratik olarak kullanılmasını hedefliyor. Amaç insanın içsel yani ruhsal gelişimiyle dünya üzerindeki yaşantısını dengelemek.

Zamanımızdan 3000 yıl önce yazılan Hint destanları Mahabbarata, Ramayana ve Purana pek çok defa UFOlardan söz eder. Vimana adı verilen bu uçan makineler insan yapımı ve insan yapımı olmayan diye iki guruba ayrılır. Bugün de hala aynı tartışmanın içinde değil miyiz? Dünya dışı UFOlar ve dünya yapımı UFOlar tartışması sürüp gidiyor. Vimanalardan birini kullanan kötü kalpli kral Salva, gezegenler arası bir sistem olan Taltala’dan gelmiştir. Salva’nın uçan makinesi gizemlidir, bazen gökyüzünde uçarken görülür ama birden gözden kaybolur. Aniden yere iner ve sonra yine askerlerin şaşkın bakışları karşısında görünmez hale gelir. Tıpkı günümüzde yapılan gözlemlerde UFOların bir anda görünüp sonra ortadan kaybolması gibi.

Tibet ve Hindistan sadece binlerce yıl önce değil, 20.yüzyılda da ilginç UFO gözlemlerinin yapıldığı bölgelerdi. Ve tanıklar bazı UFOların Şambala ile bağlantılı olduğunu düşünüyordu. 5 Ağustos1929 tarihli UFO gözlemi Tibet ve Moğolistan arasında bir araştırma gezisine katılan Nicholas Roerich tarafından yapılmış ve gözlem günlüğüne şöyle kaydedilmiş;
“Sabah saat dokuzu beş gece ekipteki adamlar gökyüzünde normalden çok büyük siyah bir kartal gördüler. Hep birlikte onu izlemeye başladık. Ancak kısa bir süre sonra kartalın daha yukarısında kuzeyden güneye doğru hızla ilerleyen bir başka nesne daha olduğunu fark ettik. Oval biçimli ve metal görünüşlü nesne bir hayli büyüktü. Pürüzsüz metal gövdesi güneşten çok daha parlaktı. Biz dürbünlerimizi almaya bile zaman bulamadan cisim gökyüzünde kayboldu.”
Dünya Dışı bir ırk tarafından inşaa edilen Agharta ve Şamballa yeraltı kentlerinin birbirlerine yeraltı tüneller sistemiyle bağlı olduğu görüşü hakim. Dahası Ferdinand Ossendowski gibi bazı önemli araştırmacılar dünyanın hemen her bölgesinde gelişmiş bir yeraltı mağaralar sisteminin bulunduğunu ve tümünün bağlantılı olduğunu belirtiyor. Kaynak ise Nibiru yani Annunaki’nin vatanı olarak gösteriliyor.